Doğumun başrol hormonları
- Zuhal Eyuboglu
- 23 Şub 2021
- 6 dakikada okunur
Doç. Dr. Aslı Göker / Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı, Doğuma Hazırlık Eğitmeni
Bedenimizde bazı anlarda biz fark etmeden salgılanan hormonlardan 3 tanesi, doğumda başrollerde yer alıyor. Bunlar hangileri mi? Oksitosin, endorfin ve adrenalin… Doğumdaki bu süper hormonların gücünü öğrendikten sonra, doğum korkusu seviyenizde gözle görülür oranda bir azalma hissedeceksiniz.

Kadınların bedeni, doğum yapabilecek muhteşem bir donanıma sahiptir
Kadınlar dünya var olduğundan beri doğum yapıyor. Elbette bazı hastalıklar örneğin diyabet arttı ve buna bağlı iri bebek riski ortaya çıktı. Veya kadın bedeni aktif olmak yerine sürekli oturur pozisyonda olmaktan esnekliğini kaybetti. Yine de kadın bedeni nasıl ki bebeği oluşturacak kadar mükemmelse, onu besleyip büyütebiliyorsa onu doğurabilecek güce de sahiptir. Tıbbi bir problem olduğunda zaten gerekli bakım sağlanır, ama aslında bu problemler sanıldığı kadar yüksek oranda değildir.
Kadın bedeni tüm hamileliği boyunca kendini bebeğe göre adapte eder. Hamilelikte kalp damar dolaşımından tutun böbreklerin çalışmasına kadar her şey bebeğin sağlığını korumaya göre ayarlanmıştır. Rahim hamilelik için var olan bir organdır ve başka fonksiyonu yoktur. Ve yine rahim zamanı gelince doğumu gerçekleştirir. Bebek hazır olduğunda rahim kasılmaları bebeği doğum yoluna ilerletir. Bebek de durmaz ve doğuma aktif olarak katılır. Aktif ve pasif hareketlerle dünyaya gelmeye mücadelesine girer. Kadının eklemleri gevşer, kasları bebeğe yol verir ve rahmin kasılmalarına ek olarak ıkınma hissiyle birlikte doğum gerçekleşir.
Tüm bunlar bedende doğumu başlatan, sürdüren, gerçekleştiren ve sonunda koruyucu fonksiyonları olan hormonlar sayesinde meydana gelir.
Peki, ya günümüz kadını neden doğum eylemini yapamıyor?
Günümüz modern kadını, maalesef içindeki doğurabilme gücünün farkında olmayabiliyor. Her şeyi kontrol etme arzusunda olan özellikle şehir kadını, doğumu da kontrol edebileceğini düşünüp planlayarak doğum yapmaya kalktığında doğanın mükemmel mekanizmaları sekteye uğrayabiliyor.
Oysa açık havada ve doğada vakit geçirip kendini, bedenini ve bebeğini dinleyen anne adaylarının çok daha rahat olduğunu gözlemliyorum. Bedenlerinin ihtiyaçlarına kulak veren ve bolca yürüyüş yapıp dinlenen kadınlar vakit geldiğinde içlerinde var olan dişil enerji ve doğurganlık yetisiyle kolayca doğum yapabiliyorlar. Ya da eğer sezaryen ameliyatı gerekmişse bunu kabullenip bebekleriyle daha kolay bağ kurabiliyorlar.
Zamanını AVM gibi kapalı ortamlarda geçirmiş, son güne kadar çalışmış ve stres içinde doğumu aradan çıkması gereken korkunç bir olay gibi gören bir kadını düşünelim. Bu kadının ise hem doğumun sabır isteyen teslimiyetine kendini bırakamadığını hem de örneğin planda olmayan bir sezaryen gerektiğinde bunun bebeğin sağlığı için olduğunu dahi kabullenmekte zorluk çekebildiğini görüyorum.
Hem kendisinin hem de bebeğinin ihtiyaçlarına cevap veren anne adaylarının hem hamilelikleri daha rahat geçiyor hem de bebek dünyaya gelip "anne" olduklarında değişimleri kabullenmeleri daha kolay oluyor.
Doğum korkusunun nedeni
Doğum korkusunun; maalesef medyanın ve sosyal medya ortamının kültürel olarak hafızalara işlenmiş olan doğumun olumsuz yönlerine yaptığı vurgunun bir mirası olduğunu söylemek yanlış olmaz. Elbette ki kadın kendisine veya bebeğine bir şey olacak korkusu taşıyacaktır, bu doğaldır. Ancak doğumun kendisine olan korku günümüzde öyle bir boyuta geldi ki, kadınlar sezaryen ameliyatı olarak bu korkudan bir an önce kurtulmaya çalışıyorlar. Oysa uygun bir doğuma hazırlık eğitimi ile bu korkuların pek çoğunun üstesinden gelmeleri mümkün. Güvendiği bir doğum ekibi bulan bir anne adayı kendini doğumun akışına teslim edebilir. Unutulmamalıdır ki doğum doktorları ve diğer sağlık profesyonelleri (ebe, hemşire vb) anne veya bebeğin hayatını riske atacak olayları belirlemek ve önlemek almak üzere oradadırlar. Yani annenin tıbbi konularda endişe duymaktansa, doğuma odaklamak yönünde çaba sarf etmesi, herkesin işini kolaylaştıracaktır.
Korku duygusu, adrenalin denilen hormonu arttırıp ilerlemekte olan bir doğumu durdurabilecek güçtedir. Korku gerginliği tetikler, gerginlik ağrı yaratır ve bu da bir kısır döngü halini alır. Dr. Dick Read bu olayı yıllar önce, "Korku-Gerginlik-Ağrı" üçgeni olarak tanımlamıştır. Doğum hormonlarının uyumlu bir biçimde çalışmasını işte bu üç etken engeller. Şayet bu üçgen oluşmuşsa anne adayı, doktor, ebe, hemşire ve doula birlikte bu etkiyi kırarak, doğumun yine olağan seyrine oturtmasına olanak verebilir. Doğum hormonlarının çalışmasına izin vermek, buradaki anahtar noktadır.
Hormonların rolü
Doğumda pek çok hormon salgılanır, ancak ben burada 3 önemli hormon üzerinde duracağım: oksitosin, endorfin ve adrenalin. Tek tek önemli olmalarının ötesinde, bu üçünün de birbirleriyle uyum içinde olmaları gereklidir. Her şeyin doğal akışında ilerlediği ve uygun çevre koşullarının sağlandığı bir doğumda bu hormonlar gerektiği anda gerektiği kadar salgılanarak anne ve bebek için görevlerini yerine getirirler.
OKSİTOSİN
Bu hormonun diğer ismi "sevgi hormonu" dur. Cinsel ilişkide, doğumda ve emzirmede hatta sosyalleşmede rol oynar. Erkeklerde de salgılanır. Oksitosin rahmi kasan bir hormondur ve doğum sonrasında plasentanın ayrılması için gereklidir. Doğum sonunda kanamayı durdurmak için de yine oksitosin devreye girer. Rahmi kasıcı özelliktedir ve emzirirken de süt kanallarını kasarak süt akışını sağlar.
Oksitosin hormonunun salgılanması pek çok faktörden etkilenir. Örneğin; kalabalık, gürültülü, ışıklı ve soğuk bir doğum odasında oksitosin salgılanması bozulur. Yukarıda bahsettiğimiz modern çağın kadını da bazen kendi kendine bu salınımı engeller. Cep telefonu ile dış dünyayla irtibatta kalmak, saate bakarak doğumun ilerleyişini takip etmek, internetten şimdi acaba hangi aşamadayım diye araştırmak ve televizyondan haberleri izlemek gibi kontrollü davranışlar sergilemek beynin sürekli çalışmasına, oksitosin salgısının durmasına ve doğumun ilerleyişini bozmasına neden olabilir. Korku ve stres de oksitosinin salınımını negatif engeller. Hamilenin kendini güvende hissettiği, mahremiyetin en üst düzeyde olduğu ve yanında sadece onu destekleyen kişilerin varlığı hamileyi sakin ve gevşemiş hale getirip bol oksitosin salgılamasını sağlar. Aktif doğum pozisyonları, hareket özgürlüğü, rahat olunan pozisyonda doğum yapabilme ve doğum sonrası annenin bebeğiyle ten tene temas etmesi de oksitosin salınımını en optimum düzeyde tutar.
ENDORFİN
Bedenin salgıladığı doğal ağrı kesicidir. Egzersiz yapanlarda yüksek düzeydedir, stres veya ağrı sonrası vücuttan dengeleme yapabilme amacıyla salgılanır. Endorfin, insanı trans haline sokarak keyif ve mutluluk verir. Bu hormon, doğum zamanındaki kasılmaların yaşattığı ağrı duygusunu dengeler ve kasılmalar arası dönemde annenin başka bir boyuta geçerek dış dünyayla ilişkisini koparır. Doğum sonrası anne ile bebek arasındaki bağın kurulmasında etkilidir. Parasempatik sistemin hormonudur, iyileşmeyi, iyi olmayı ve iyi hissetmeyi sağlar.
Endorfin adeta ağrının panzehiri olduğu için epidural anestezi uygulanan doğumlarda veya planlı sezaryen ile olan doğumlarda daha az salgılanır. Bu da kimi zaman emzirme problemleri veya melankoli hallerine sebep olabilir. Bu durumlarda anne ile bebeğin bol bol çıplak tenle temasını sağlamak telafi edicidir.
ADRENALİN
Tehlike durumlarının hormonu olan adrenalin, vücudu korumak için salgılanır. Klasik tanımı, "dövüş veya kaç" hormonudur. Korku ve stres anında salgılanan adrenalin, örneğin suya düşen köpeğinizi kurtarmak için düşünmeden atlamanızı veya sizin yanan bir evden koşarak kaçmanızı sağlar. Doğum sürecinde salgılanan adrenalin ise doğumun ilerleyişini durdurur, oksitosini ve endorfini engeller. Rahme giden kan akışını azaltır ve şiddetli ağrı duyulmasına neden olur. Doğumda anne adayı kendini güvende hissetmiyorsa adrenalin salgılar. Dolayısıyla yine aynı noktaya gelmiş oluyoruz. Şayet anne adayı kendine, bebeğine ve doğum ekibine güvenirse, uygun koşullarda doğumuna odaklanırsa ve akışa teslim olursa rahat bir doğum yapacaktır.
Adrenalin salgılanmasına ise bebek doğarken ihtiyaç vardır. Bu hormon doğumda anneye enerji verir, ıkınmasını kolaylaştırır ve bebeğe geçerek kalp atımını hızlandırır, nefes almasını kolaylaştırır ve aktif olmasını sağlar. Bu son aşamadaki adrenalin kendiliğinden, yeterli miktarda vücudun ihtiyacı kadar salgılanır. Ve doğal bir doğumun sonunda cin gibi gözlerle bakan bebekler oksitosin, endorfin ve adrenalin hormonlarını en uygun dozlarda almış bebeklerdir.
Özetlersek doğumda hormonların uyum içinde salgılanabilmesi için sessiz, loş, sıcak bir ortamda mahremiyet sağlanmalıdır. Annenin “düşünmesi”ne sebep olacak sorular sorulmamalı, onun kendi içine dönmesine izin verilmelidir. Bunlar olurken de anne ve bebeğin sağlığı için orada her daim bir ekibin hazır olduğu güveni verilmek suretiyle destek duygusu pekiştirilmelidir.
Hormonların doğum sonrasındaki etkileri
Doğumdan sonra oksitosin salgılanmaya ve rahim kasılmaya devam eder. Böylece doğum sonu kanama miktarı kontrol altında tutulur. Emzirme için gerekli olan prolaktin hormonu sütün üretilmesinde rol oynarken oksitosin süt kanallarının kasılmasını ve sütün akışını sağlar. Normal yolunda ilerleyen müdahalesiz bir doğumda bunlar kendiliğinden olur. Planlı sezaryenlerde bebek henüz “doğuma hazırım” sinyali vermeden ameliyat ile bulunduğu yerden çıkarıldığında hiçbir doğum hormonu doğal akışında salgılanmaz. Tıbbi gereklilik durumunda elbette planlı sezaryen yapmak zorunda kalırız. Örneğin; doğum yolunu kapatan plasenta previa gibi riskli durumlarda doğumun başlamasını beklemek mümkün değildir. Tıbbi gereklilikleri bir kenara ayırmak gerekir. Ancak pek çok durumda bebeğin “hazırım” sinyalini vermesini beklemek mümkündür. Burada tabii ki hastanenin ve ameliyathanenin koşulları da etkilidir. Doğumun kendiliğinden başladığı andan sonra sezaryen yapmak (bebek dostu sezaryen) oksitosin salgılanmasına da izin verdiği için oksitosinin faydalarından yararlanma imkanı da olacaktır.
Sağlıklı bir doğum için ipuçları
- Anne adayları öncelikle kendi beden ve ruh sağlıklarına özen göstermeliler.
- Bilgi kirliliğinden uzak durup güvenilir kaynaklardan, doktorlarından, ebe ve hemşirelerinden doğumla ilgili sorularına yanıt aramalılar.
- Güvenilir doğuma hazırlık eğitimlerine mümkünse eşleriyle katılıp hamilelik, doğum, aile olma, doğum sonrası bakım, doğum psikolojisi ile ilgili hazırlıklarını tamamlamalılar.
- Kadınlar bedenlerine ve bebeklerine güvenirse keyifli bir hamilelik ve doğum geçirmeleri daha olasıdır. Olabilecek tıbbi komplikasyonlar için sağlık ekibi zaten gerekeni mutlaka yapacaktır.
- Anne adayının, beslenmesine dikkat edip çok kilo almaması, açık havada hareket etmesi ve dış dünyadan kendini soyutlayacak ortam yaratması önemlidir. Bu soyutlama dua ederek de olur, meditasyon yaparak da, müzik dinleyerek de… Önemli olan bebeğiyle iletişim kurabileceği, günlük koşuşturma içindeki stresten uzaklaşabileceği kendine ait bir zaman yaratabilmektir. Doğuma hazırlık eğitimlerinde bunun nasıl yapabileceğinin çeşitli örnekleri anlatılıyor. Bu anlamda bu eğitimlere de önem veriyorum. Doğumu yapacak olan, kadının kendisidir. Dolayısıyla en büyük desteği “içinden gelen güç” olacaktır.
- Hedef anne ve bebek için en sağlıklı olan yolla doğumu gerçekleştirmektir. Anne adayı bu amaçla kendisi için uygun koşulları talep edebilmeli, doktoruna güvenmeli ve üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmelidir.
"Önceliğimiz, her zaman anne ve bebeğin sağlığı"
Herkesin doğumu biricik ve kendine özeldir. Her anne ve bebek bu özel anı en sağlıklı, en güzel haliyle yaşama hakkına sahip olmalıdır. Bugün için bilimin bilebildiği kadar konuşuyoruz ve elbette bilmediğimiz daha çok şey var, ama şurası kesin ki biz robot değiliz. Duygularımız hormonların kontrolünde ve önceliğimiz her zaman anne ve bebeğin sağlığıdır. Doğum şekli ne olursa olsun doğumhaneden veya ameliyathaneden gülen bir yüzle çıkan herkes kazanandır ve en büyük gücümüz sevgidir.
Comentários